Hatalı Tıbbi Uygulamadan (Malpraktis) Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk
Gerçekleştirilen her tıbbi müdahalenin kendisine özgü risklerinin olduğu, oluşabilecek tüm sonuçlardan hekimin sorumlu tutulmasının beklenemeyeceği, bu nedenle hekimin “izin verilen risk” çerçevesinde görevini yerine getirdiği tartışmasızdır. Bu kapsamda; Dünya Tabipler Birliği tarafından, “hekimin tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarar” olarak bilinen “malpraktis”, yani hatalı tıbbi müdahalelerin hekimlerin hem haksız fiil sorumluluklarını ve hem de ceza sorumlulukları gündeme getirmektedir. Uygulanan tıbbi müdahalelerin esasen kasten öldürme, yaralama, taksirle ölüme sebebiyet verme veya yaralama suçunun unsurlarını oluşturabileceği, ancak hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası çerçevesinde hekimlerin gerçekleştirdikleri işlemlerin TCK m.26’ya göre hukuka uygunluk sebebi sayıldığı ifade edilmelidir. Özetle; hekimin ceza sorumluluğu, sağlık mesleği ile ilgili suçlar Ceza Kanunda belirlenmiştir. Buna göre; hekimin tedavi etme amacıyla yaptığı işlemlerde hatalı davranmaları, ihmalleri veya kasıtlı olarak suç işlemeleri halinde ceza sorumluluğu doğabilir. Ayrıca; hekimin hata yapması veya olası bir riski bertaraf etmek için gereken tedbirleri almaması durumunda da ceza sorumluluğu doğacaktır, fakat hekim mesleki faaliyetlerini dikkatli, titiz, doğru ve özenli davrandığı durumlarda ceza sorumluluğu gündeme gelmeyecektir.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 28.02.2018 tarih 2015/38670 E., 2018/2593 K. sayılı kararında;
“Dava hekim hatası iddiasına dayalı maddi manevi tazminat istemine ilişkindir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Bu nedenle sağlık memuru ve hastanenin meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Vekil, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri gözönünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılarak en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta, mesleki bir iş gören vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini bekleme hakkına sahiptir. Somut olayda; mahkemece hükme dayanak kılınan Adli Tıp Kurumu raporu davacının aşamalarda dile getirdiği itirazlarını karşılar mahiyette ve yeterli değildir. Bu halde mahkemece konu ile ilgili tüm tıbbi dokumanlar dosya içerisine alınarak, üniversitelerin ilgili anabilim dallarından seçilecek konusunda uzman bilirkişilerden oluşmuş bir kurul aracılığı ile, davalının açıklanan hukuki konum ve sorumlulukları, dosyada mevcut delillerle birlikte bir bütün olarak değerlendirilip, tıbbın gerek ve kurallarına göre olayda davalının sorumluluğunu gerektirecek ihmal ve hata bulunup bulunmadığını, operasyonun komplikasyonlarından olduğu belirtilen sonucun doğmaması için yapılması gereken iş ve işlemlerin gereği gibi yerine getirilip getirilmediği hususlarında tatmin edici açıklama getiren, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınmak suretiyle hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulmasını gerektirir.”